Kanatları gün geçtikçe grileşmeye
başlamıştı. Bunu ona nasıl söyleyeceğim ki…
***
***
Sevgisizlik içine ekilen tohumlar
gibiydi. Büyüyüp ekinlerini vermeye başlamıştı. Elimde değildi, yapamıyordum.
Yanlış olduğumun farkındaydım, ama dönüş yolu kapalıydı artık. O yolda
depremler olmuştu, kayalar dökülmüştü o yola. Tek başına dönmesi imkansızdı.
Keşke… Keşke… Aklımda en fazla takılı kalan kelime bu olmuştu. Onun beni
değiştirebileceğini, düzelteceğini düşündüm. Yanılmıştım. Onu da yanıltmıştım.
Offf… Tüm suç benimdi işte. Ben olmasaydım, hayatı böyle korkunç bir yola
girmezdi. Bu siyah kayalıklar içinde onun işi ne?
Dönemezdi tek başına. Asla
başaramazdı. Artık uçamazdı ki… Kanatları eskimişti. Yanında olmalı, dönmesine
yardım etmeliydim. Ah benim küçük beyaz zambağım… Nasıl bir akılla getirdim
seni buralara. Keşke çıkmasaydım karşına. Keşke… Yine bu kelime.
Onu ilk tanıdığım gün geldi
aklıma. Uzun süredir gülümsememiştim. Onu görünce yüzüme yerleşen şapşal
sırıtma ise uzun süre geçmedi. Neden gülümsüyordum bilmiyorum ki… Konuşmuyordum
ama devamlı gülümsüyordum. İçim kıpır kıpırdı. Herkes neden gülümsediğimi
soruyordu. Avuç içlerim yukarıda kalacak şekilde omuzlarımın yanlarına
getiriyordum ellerimi. Bilmiyordum… Aşk mıydı bu? Hayranlık? Mutluluk? Delilik?
Neydi bu?
Bir gece yanıma gelip usulca
kulağıma fısıldadı. Usulca içine çekti beni, sessiz sakin girdi gönlüme o gece.
Yeşil elma gibi kokuyordu teni. Kanatlarını açtı, kocaman beyaz kanatlarını.
Uzun ve düz sarı saçları ile beyaz bir zambak gibiydi aynı. Aynı anda hem
narin, hem de güçlü görünmeyi nasıl başarıyordu anlamıyordum.
O gece yola çıktık işte. Öyle
muazzam bir görüntüsü vardı ki tarif edilmesi imkansızdı. Asla ulaşamayacağımı
sandığım mutluluğa uçuyorduk beraber. Konuşmuyordum hala, ama o bir sürü şey
anlatıyordu. Susmuyordu hiç. Susmasın istiyordum. O susunca sessizlik gelir,
yine eski yalnızlığıma dönerim diye korkuyordum.
Haftalardır tüm hayatını anlatmıştı
bana. Asırlar süren yaşamındaki ince çizgileri görebiliyordum. Hani yüzünde
minicik bir çizik olur da en uzağındaki insan ilk fark eden olur ya, ne
hissedeceğini bilemezsin. En yakının olur o an senin. İşte öyleydi benim için.
Kimsenin fark etmediği ruhumdaki çizgileri fark ediyordu. Üstelik ben
konuşamıyordum bile.
Bugün sustu işte… Bugün sustu. O
susunca yürüdüğümüz yollar sustu, ağaçlar sustu, şelaleler sustu. Hiçbir şey
konuşmuyor artık. Ben duymuyorum artık. O günkü o beyaz kanatlarından eser kalmadı.
Yıprandı, yoruldu o. Göremedim ben. Şimdi ise dönmek istiyor. Başlangıca
uzanmak ve kendini vazgeçirmek istiyor.
Bana umut veriyordu devamlı.
Devamlı, konuşabileceğime inanıyordu. Bir gün cebindeki bütün umutları benim
için harcadığını fark etti. Yığıldı o anda yere… O gün fark ettim işte, kanatları gün geçtikçe
grileşmeye başlamıştı. Bunu ona nasıl söyleyeceğim ki…
Artık geri gidiyorduk… Arkamızda
olan patlamaları bildiğimiz halde deneyecektik şansımızı. Ahh benim beyaz
zambağım sana bir kelime söyleyebilmek için nelerimi vermezdim bir bilsen…
Uğruna yazdığım yüzlerce sayfayı okuyabilmek, gözlerine bakarak söyleyebilmek
için neleri feda etmezdim.
Gün geçtikçe hava daha erken
kararmaya başladı önce. Sonra geceleri daha soğuk olmaya başladı. Yeşil
yaprakları göremiyordum. Asil sonbahar sarısı bile yoktu etrafta. Zambağım
ölüyordu gözümün önünde. Onun mutluluğa, gülümsemeye ihtiyacı vardı. Bense
hastalıklıydım. Konuşamıyordum. Artık ona dokunamıyordum da. Dokunduğumda
parçalanıp toz olacakmış gibi geliyordu.
Bir keman sesi geliyordu şimdi
uzaklardan. Ağlıyordu keman. Öyle hüzünlüydü ki şarkı, zambağımın göz yaşlarını
göremedim bile. Önümüzde üstü ince bir tabaka halinde donmuş bir göl vardı.
Ortasında sarılı kırmızılı yapraklar dans ediyordu. Gülümsemeliydi şimdi. Müzik
vardı. Renkler vardı. Dans vardı. Gülümsedim… Gözlerimi kapattım ve o an
dudaklarımdan kelimelerin çıkışı için hazır hissettim kendimi. “Zambak”
Dudaklarımdan çıkan kelimelerin
ardından bir çıtırdı duydum. Meleğim buzun üstündeydi. Yapraklara doğru
yürüyordu. Gitme diyemedim. Yeniden tutuldu dilim.
***
Çıtırdı büyüdü… Büyüdü… Yapraklarla
birlikte suya düşüşümü hissettim. Göl kenarında bekliyordu beni. Dudakları
hareket ediyordu, ama sesini duyamıyordum. Keman yerini mutsuz bir piyanoya
bırakmıştı şimdi.
0 kişi daha halayda. Oturmaya mı geldik ayol?:
Yorum Gönder