kar diz boyunu aşmıştı benim için. yürümekte zorlanıyordum. soğuk
sayesinde tüm acılarım dinmişti. ne başımın ağrısı, ne de kırılan
burnumun sızısı kalmıştı geriye. kara damlayan kan olmasa kanamayı bile
unutabilirdim belki de...
tren yolculuğu korkunç geçmişti.
insanların tuhaf bakışlarından kaçınmak için verdiğim mücadelede artık
fazlasıyla yorulmuştum. insan ismindekiler onlardı. peki görünüşümden
dolayı yanıma oturmayanlar? onlar da mı insandı? beni görünce çocuğunu
kapıp kaçanlar? onlar kimdi?
önceleri o insanların
bakışlarını normal karşılıyordum. sonra ise görmezlikten gelmeye
başladım. şimdi bir iğne gibi batıyor her bakış. sanki bir hayvanmışım
gibi davranmaları acıtıyor artık. kaslarım eski gücünü yitirdi. eskisi
gibi değilim. göründüğüm gibi hiç değilim. hoş ya, artık nasıl
görünüyorum kim bilir, onu bile bilmiyorum. aynalara küseli çok fazla
zaman oldu. ellerimin inceldiğini görebiliyorum ama. ellerim "fazla
zayıfladın" diyorlar bana.
karlara yığıldım o an. sağ omzumun
üstüne vermeye çalıştım ağırlığımı. sol kolum pek iyi durumda
sayılmazdı. nasıl olmuştu hatırlamıyordum bile. sadece uzun süredir
kullanamıyordum. o an sırt üstü dönebildim. dipsiz bir çölde gibiydim.
aç, susuz, kurak topraklardaydım o an. güneşin kavuruculuğundan
yakınabilirdim hatta. bu yüzden, yüzüme düşen kristallerin farkına
varmam biraz zaman aldı. ayağa kalkmam gerektiğini hatırladım. üstümden
siyah bir kuşun geçişini gördüm. o an yalnızlığım birkaç saniyeliğine
dahi olsa dindi. üstümdeki ağır kan kokusu geldi yeniden burnuma.
kalkmak için bir bahaneydi işte bana. kendi kokumdan kaçış...
aslında ben dahi kendimden kaçarken insanların davranışlarını
yadırgamamalıydım sanırım. kendimden sonsuz bir kurtuluş için olan son
adımlardı bunlar belki de... kendi görüntümden tiksinmek zorunda
kalmayacaktım bir daha. şimdi adımlar biraz daha yavaştı. koşabilmek
isterdim halbuki. çocukken annelerinin onlarla oynamama izin vermediği o
neşeli çocuklar gibi koşabilmek isterdim ben de hep.
ufukta hayalini kurduğum o boşluğu görebilmiştim şimdi. karanlık bir
uçurum vardı. rüyalarım gerçek olacaktı. kimbilir, belki tanrıya yeniden
inanabilirim diye düşündüm. ben insan olarak görülmüyordum bile,
kendine insan diyenler "tanrıya dua et." diyordu bana. onların tanrısına
inanamazdım. ben yok oluyordum, imalat hatası gibi görülüyordum. hangi
tanrı bu? boşluğa git gide yaklaştım... soyunmaya başladım. kıyafetleri
çıkardığım yere bırakıyordum. şimdi düşüş zamanıydı. off... ben
yüksekten korkarım halbuki. kalbimin sesini duyabiliyordum. amadeus
duysa bu sesin yanına üflemelileri de ekleyip bir senfoni çıkarır mıydı
acaba benim için?
bakabilecek gibi değildim. boşluk da kendi
yüzüm gibiydi benim için. korkunç... sırtımı döndüm boşluğa... sonra
kendi kollarıma atladım. uçmak... tanrıya en fazla yaklaştığım andı.
0 kişi daha halayda. Oturmaya mı geldik ayol?:
Yorum Gönder