30 Eylül 2011 Cuma

Tanrı Hapşırdı






Hani "Tanrı insana ruh üfledi" diyorlar ya.

Bazılarını yaratırken hapşırmış olmalı diye düşünüyorum. 
Bu kadar da üretim hatası olunmaz ki...

27 Eylül 2011 Salı

Anlamsız 6


kar diz boyunu aşmıştı benim için. yürümekte zorlanıyordum. soğuk sayesinde tüm acılarım dinmişti. ne başımın ağrısı, ne de kırılan burnumun sızısı kalmıştı geriye. kara damlayan kan olmasa kanamayı bile unutabilirdim belki de...

tren yolculuğu korkunç geçmişti. insanların tuhaf bakışlarından kaçınmak için verdiğim mücadelede artık fazlasıyla yorulmuştum. insan ismindekiler onlardı. peki görünüşümden dolayı yanıma oturmayanlar? onlar da mı insandı? beni görünce çocuğunu kapıp kaçanlar? onlar kimdi?

önceleri o insanların bakışlarını normal karşılıyordum. sonra ise görmezlikten gelmeye başladım. şimdi bir iğne gibi batıyor her bakış. sanki bir hayvanmışım gibi davranmaları acıtıyor artık. kaslarım eski gücünü yitirdi. eskisi gibi değilim. göründüğüm gibi hiç değilim. hoş ya, artık nasıl görünüyorum kim bilir, onu bile bilmiyorum. aynalara küseli çok fazla zaman oldu. ellerimin inceldiğini görebiliyorum ama. ellerim "fazla zayıfladın" diyorlar bana.

karlara yığıldım o an. sağ omzumun üstüne vermeye çalıştım ağırlığımı. sol kolum pek iyi durumda sayılmazdı. nasıl olmuştu hatırlamıyordum bile. sadece uzun süredir kullanamıyordum. o an sırt üstü dönebildim. dipsiz bir çölde gibiydim. aç, susuz, kurak topraklardaydım o an. güneşin kavuruculuğundan yakınabilirdim hatta. bu yüzden, yüzüme düşen kristallerin farkına varmam biraz zaman aldı. ayağa kalkmam gerektiğini hatırladım. üstümden siyah bir kuşun geçişini gördüm. o an yalnızlığım birkaç saniyeliğine dahi olsa dindi. üstümdeki ağır kan kokusu geldi yeniden burnuma. kalkmak için bir bahaneydi işte bana. kendi kokumdan kaçış...

aslında ben dahi kendimden kaçarken insanların davranışlarını yadırgamamalıydım sanırım. kendimden sonsuz bir kurtuluş için olan son adımlardı bunlar belki de... kendi görüntümden tiksinmek zorunda kalmayacaktım bir daha. şimdi adımlar biraz daha yavaştı. koşabilmek isterdim halbuki. çocukken annelerinin onlarla oynamama izin vermediği o neşeli çocuklar gibi koşabilmek isterdim ben de hep.

ufukta hayalini kurduğum o boşluğu görebilmiştim şimdi. karanlık bir uçurum vardı. rüyalarım gerçek olacaktı. kimbilir, belki tanrıya yeniden inanabilirim diye düşündüm. ben insan olarak görülmüyordum bile, kendine insan diyenler "tanrıya dua et." diyordu bana. onların tanrısına inanamazdım. ben yok oluyordum, imalat hatası gibi görülüyordum. hangi tanrı bu? boşluğa git gide yaklaştım... soyunmaya başladım. kıyafetleri çıkardığım yere bırakıyordum. şimdi düşüş zamanıydı. off... ben yüksekten korkarım halbuki. kalbimin sesini duyabiliyordum. amadeus duysa bu sesin yanına üflemelileri de ekleyip bir senfoni çıkarır mıydı acaba benim için?

bakabilecek gibi değildim. boşluk da kendi yüzüm gibiydi benim için. korkunç... sırtımı döndüm boşluğa... sonra kendi kollarıma atladım. uçmak... tanrıya en fazla yaklaştığım andı.

Reflü


Anam anam... Reflü ne iğrenç bir şeydir yauw...

Ahanda böyle resimdeki hatun kişisi gibi tipi kayıyor insanın. Hayattan soğuyor. İştahsızlık mı dersin, ağız kokusu mu, uyutmaması mı, boğazdaki yanma mı...

Hele bir de mide kanamsı olayına vardıysa artık, aniden gelen yoğun kan kokusu kadar kişinin kendinden tiksineceği daha ne vardır bilmiyorum. Bir de onu yeme, bunu yeme olayları var. Uyuz oluyor insan. Ağrı kesici bile yasak olur mu arkadaşım?

Bir ara ciddi ciddi bırakayım dedim. Ne kadar daha kötüye gidebilir ki? Düzensiz besleneyim yeniden. Ben de her sabah sucuklu yumurta yiyebileyim mesela. Anam mide kanserine kadar gidiyormuş. sonra da hop! Sörpraayyzzz... 2 ayın kaldı. 2 ayda dünyayı ne kadar dolaşabilirsin ki? Dedim yok daha gideceğim ülkeler var. Eyfel kulesinin önünde çekip de feysbuka ekleyeceğim fotolar var. @bilmemnere yazacağım yerler var. Olmaz haliyle.

İnsanı yaşlılar gibi ilaç bağımlısı yapıyor bu hastalık azizim.

Bir de üstün zekalı dotorlarımız var. "Stres olmayacaksın" diyorlar. Yapma yaa... Bak benim aklıma gelmedi bu hiç. Sigara ya bu, stresi bıraktım deyince bırakılıyor. Ulan onu gidip de stres yaratan adamlara anlatacaksın işte.

Yani demem o ki şekerim, "Sen sen ol, stres olma."

25 Eylül 2011 Pazar

Bana Ne Yaptın?


bugün günlerden hiç.
benim adım yok.
kanatlanıyor içimden binlerce siyah kelebek.
savruluyor rüzgarda yaprak gibi,
kalbim,
uzaklarda bir yerde.
kalbim,
kayıp.
sessiz, yorgun, ağır, gözkapaklarım kapanıyor yine,
yine,
karanlığa dokunabiliyor sanki ellerim.
yıkık, dökük, bu şehrin duvarları birer birer üstüme yıkılıyor yine,
sadece sesler duyuyorum.
yine,
ayak sesleri uzaklardan.
kuş sürüleri terk ederken bu şehri, ardında yoksul ve kimsesiz çocuk gibi bırakıyor yine,
susuyorum.
yine,
sessizlik keskin.
ve sonbahar sinsice yaklaşarak peşinde köpek gibi bir yalnızlığı üstüme sürüklüyor yine,
bekliyorum.
yine,
beklemek keskin.
sözler hep yalan! yeminleri unut!
bir veda bir sebepsiz tokat gibi çarpıyor yine,
burdan gitmem gerek.
yüzüme,
şarkılar yalan! duyduklarını unut!
bir hikaye rüzgarın ellerinde savruluyor yine,
herşeyi unutmam gerek.
yine!
kestim! akıttım! damarlarımdaki kanımda akan o kirli siyah yalanları!
acımıyor bileklerim.
olmadı!
acımıyor hiç!
sildim! çıkardım! yüzümden kazıdım yüzüme çizdiğin o siyah derin yazıları!
acımıyor ellerim, avuçlarım.
olmadı!
acıtmıyor hiçbir şey.
kustum! tükürdüm içimde senden kalan o keskin o acıtan hatıraları!
acımıyor tenim ve acımıyor.
olmadı!
dokunduğun yerler.
söktün!
defalarca diktim o küçük ellerinle açtığın ve sızlayan bütün yaralarımı!
acımıyor artık kalbim.
olmadı!
kalbim.
bana ne yaptın,
ne yaptın,
ne yaptın,
ne yaptın çocuk!
sadece sessizce durdum ve öylece izledim bir meleğin ellerindeki ellerimin izlerini.
bana ne yaptın,
ne yaptın,
ne yaptın,
ne yaptın çocuk!
sadece sessizce durup öylece izlemek istedim bir meleğin ellerindeki kalbimi.
niye yaptın,
niye yaptın,
niye yaptın ah, çocuk!
sadece öylece durup sessizce izlemeyi istedim, sadece bir meleği sevmeyi.
göremiyorum, duyamıyorum artık dokunamıyorum çocuk!
hep bir şey eksik gibi ve hep bir şey yarım ve hep bir şey yok artık sanki.
anlatamıyorum anlatamıyorum artık ağlayamıyorum çocuk!
ne bir ışık var, ne de bir şarkı artık sokaklarında bu kaybetmiş şehrin.
inanmıyorum inanmıyorum artık inanamıyorum çocuk!
ne bir isim var duvarlarında, ne de okunabilen bir cümle.
bilmiyorum bilmiyorum artık sevemiyorum çocuk!
sadece sessizce durdum ve öylece izledim bir meleğin ellerindeki ölümümü.
ne yağmur ne kar ne yüzüme vuran rüzgar, canımı yakan acıtan sonbahar daha dinmedi çocuk!
öyle beyaz ve öyle..
seni silmedi çocuk!
öyle maviydi ki.
alev alev yanan kirpiklerinden saçılan kıvılcımlarınla başlayan
bu yangın daha sönmedi çocuk!
öyle güzeldi ki ve öyle,
sönemedi çocuk!
öyle masum ama.
bu viran şehirde, bu viran hikaye henüz bitmedi! bitmedi bitmedi bitmedi çocuk!
öyle yanlış öyle,
bitemedi çocuk!
öyle yanlış ki ve öyle..
bu aciz şarkılar, bu aciz dualar seni geri getirmedi getirmedi getirmedi çocuk!
ve öyle çocuk.
dönmedin çocuk!
kalbim.
bana ne yaptın,
ne yaptın,
ne yaptın,
ne yaptın çocuk!
tüm maviler kirli şimdi ve tüm beyazlar utanç içinde ve sadece uyumak,
bunu niye yaptın,
niye yaptın,
niye yaptın,
niye yaptın çocuk.
uyumak istiyorum.

24 Eylül 2011 Cumartesi

Anlamsız 5




Kanatları gün geçtikçe grileşmeye başlamıştı. Bunu ona nasıl söyleyeceğim ki…

            ***

Sevgisizlik içine ekilen tohumlar gibiydi. Büyüyüp ekinlerini vermeye başlamıştı. Elimde değildi, yapamıyordum. Yanlış olduğumun farkındaydım, ama dönüş yolu kapalıydı artık. O yolda depremler olmuştu, kayalar dökülmüştü o yola. Tek başına dönmesi imkansızdı. Keşke… Keşke… Aklımda en fazla takılı kalan kelime bu olmuştu. Onun beni değiştirebileceğini, düzelteceğini düşündüm. Yanılmıştım. Onu da yanıltmıştım. Offf… Tüm suç benimdi işte. Ben olmasaydım, hayatı böyle korkunç bir yola girmezdi. Bu siyah kayalıklar içinde onun işi ne?

Dönemezdi tek başına. Asla başaramazdı. Artık uçamazdı ki… Kanatları eskimişti. Yanında olmalı, dönmesine yardım etmeliydim. Ah benim küçük beyaz zambağım… Nasıl bir akılla getirdim seni buralara. Keşke çıkmasaydım karşına. Keşke… Yine bu kelime.

Onu ilk tanıdığım gün geldi aklıma. Uzun süredir gülümsememiştim. Onu görünce yüzüme yerleşen şapşal sırıtma ise uzun süre geçmedi. Neden gülümsüyordum bilmiyorum ki… Konuşmuyordum ama devamlı gülümsüyordum. İçim kıpır kıpırdı. Herkes neden gülümsediğimi soruyordu. Avuç içlerim yukarıda kalacak şekilde omuzlarımın yanlarına getiriyordum ellerimi. Bilmiyordum… Aşk mıydı bu? Hayranlık? Mutluluk? Delilik? Neydi bu?

Bir gece yanıma gelip usulca kulağıma fısıldadı. Usulca içine çekti beni, sessiz sakin girdi gönlüme o gece. Yeşil elma gibi kokuyordu teni. Kanatlarını açtı, kocaman beyaz kanatlarını. Uzun ve düz sarı saçları ile beyaz bir zambak gibiydi aynı. Aynı anda hem narin, hem de güçlü görünmeyi nasıl başarıyordu anlamıyordum.

O gece yola çıktık işte. Öyle muazzam bir görüntüsü vardı ki tarif edilmesi imkansızdı. Asla ulaşamayacağımı sandığım mutluluğa uçuyorduk beraber. Konuşmuyordum hala, ama o bir sürü şey anlatıyordu. Susmuyordu hiç. Susmasın istiyordum. O susunca sessizlik gelir, yine eski yalnızlığıma dönerim diye korkuyordum.

Haftalardır tüm hayatını anlatmıştı bana. Asırlar süren yaşamındaki ince çizgileri görebiliyordum. Hani yüzünde minicik bir çizik olur da en uzağındaki insan ilk fark eden olur ya, ne hissedeceğini bilemezsin. En yakının olur o an senin. İşte öyleydi benim için. Kimsenin fark etmediği ruhumdaki çizgileri fark ediyordu. Üstelik ben konuşamıyordum bile.

Bugün sustu işte… Bugün sustu. O susunca yürüdüğümüz yollar sustu, ağaçlar sustu, şelaleler sustu. Hiçbir şey konuşmuyor artık. Ben duymuyorum artık. O günkü o beyaz kanatlarından eser kalmadı. Yıprandı, yoruldu o. Göremedim ben. Şimdi ise dönmek istiyor. Başlangıca uzanmak ve kendini vazgeçirmek istiyor.

Bana umut veriyordu devamlı. Devamlı, konuşabileceğime inanıyordu. Bir gün cebindeki bütün umutları benim için harcadığını fark etti. Yığıldı o anda yere… O gün  fark ettim işte, kanatları gün geçtikçe grileşmeye başlamıştı. Bunu ona nasıl söyleyeceğim ki…

Artık geri gidiyorduk… Arkamızda olan patlamaları bildiğimiz halde deneyecektik şansımızı. Ahh benim beyaz zambağım sana bir kelime söyleyebilmek için nelerimi vermezdim bir bilsen… Uğruna yazdığım yüzlerce sayfayı okuyabilmek, gözlerine bakarak söyleyebilmek için neleri feda etmezdim.

Gün geçtikçe hava daha erken kararmaya başladı önce. Sonra geceleri daha soğuk olmaya başladı. Yeşil yaprakları göremiyordum. Asil sonbahar sarısı bile yoktu etrafta. Zambağım ölüyordu gözümün önünde. Onun mutluluğa, gülümsemeye ihtiyacı vardı. Bense hastalıklıydım. Konuşamıyordum. Artık ona dokunamıyordum da. Dokunduğumda parçalanıp toz olacakmış gibi geliyordu.

Bir keman sesi geliyordu şimdi uzaklardan. Ağlıyordu keman. Öyle hüzünlüydü ki şarkı, zambağımın göz yaşlarını göremedim bile. Önümüzde üstü ince bir tabaka halinde donmuş bir göl vardı. Ortasında sarılı kırmızılı yapraklar dans ediyordu. Gülümsemeliydi şimdi. Müzik vardı. Renkler vardı. Dans vardı. Gülümsedim… Gözlerimi kapattım ve o an dudaklarımdan kelimelerin çıkışı için hazır hissettim kendimi. “Zambak”

Dudaklarımdan çıkan kelimelerin ardından bir çıtırdı duydum. Meleğim buzun üstündeydi. Yapraklara doğru yürüyordu. Gitme diyemedim. Yeniden tutuldu dilim.

***

Çıtırdı büyüdü… Büyüdü… Yapraklarla birlikte suya düşüşümü hissettim. Göl kenarında bekliyordu beni. Dudakları hareket ediyordu, ama sesini duyamıyordum. Keman yerini mutsuz bir piyanoya bırakmıştı şimdi.

16 Eylül 2011 Cuma

Fallulah


Şarkılarının çoğunluğu çok güzel, rahatlatıcı, huzur verici ve keyifli. Bu da en sevdiklerimden biri.

Çok şirin ve dinlenesi.

15 Eylül 2011 Perşembe

Zen İztiyor Duj?


Yok efendim grameri ingilizce gibi değilmiş. Topu 3-4 zaman varmış. Perfect tense yokmuş. cartmış, curtmuş...

Ağzınızı yüzünüzü dağıtırım valla.
İngilizceyi de zamanlarını da öpüp başıma koyarım burada. Sayı bile değişir mi lan? Değişiyor harbiden. İleri düzeye taşıyayım dedim, ancak nasıl bir şeydir bu? Sıfatıydı, cinsleriydi, zamanlarıydı derken kafam allak bullak oldu.

En son şu sonuca vardım ki; Rusça tamamen istisnalar üstüne kurulu bir dil. Hani istisnalar varmış cidden. Sonra başkaları da dili öğrenmek isteyince zorluk oluyor diye, bir iki tane kural atmışlar ortaya. Kurala uyandan çok istisna var neredeyse.

Ama konuşması, dinlemesi de bir o kadar keyifli.
Ben benimki sadece dudak tiryakiliği sanıyordum. Değilmiş. Kulak tiryakisi olmuşum bir yandan da.
Bu kadar sempatik bir dil olmasa hayatta zorlamam kendimi. Ama şunların tatlılığına bi bak ya...
http://www.youtube.com/watch?v=wQhHGD3YlR8

11 Eylül 2011 Pazar

İğrençsiniz İpneler


10 Eylül 2011 Cumartesi

Toz


Bir varmış, bir yokmuş...

Gökyüzü yaralanmış ve ikiye ayrılmış...

Her şey toz olup uçmuş gitmiş...
 
Lune Nouvelle. Design by Exotic Mommie. Illustraion By DaPino