24 Eylül 2011 Cumartesi

Anlamsız 5




Kanatları gün geçtikçe grileşmeye başlamıştı. Bunu ona nasıl söyleyeceğim ki…

            ***

Sevgisizlik içine ekilen tohumlar gibiydi. Büyüyüp ekinlerini vermeye başlamıştı. Elimde değildi, yapamıyordum. Yanlış olduğumun farkındaydım, ama dönüş yolu kapalıydı artık. O yolda depremler olmuştu, kayalar dökülmüştü o yola. Tek başına dönmesi imkansızdı. Keşke… Keşke… Aklımda en fazla takılı kalan kelime bu olmuştu. Onun beni değiştirebileceğini, düzelteceğini düşündüm. Yanılmıştım. Onu da yanıltmıştım. Offf… Tüm suç benimdi işte. Ben olmasaydım, hayatı böyle korkunç bir yola girmezdi. Bu siyah kayalıklar içinde onun işi ne?

Dönemezdi tek başına. Asla başaramazdı. Artık uçamazdı ki… Kanatları eskimişti. Yanında olmalı, dönmesine yardım etmeliydim. Ah benim küçük beyaz zambağım… Nasıl bir akılla getirdim seni buralara. Keşke çıkmasaydım karşına. Keşke… Yine bu kelime.

Onu ilk tanıdığım gün geldi aklıma. Uzun süredir gülümsememiştim. Onu görünce yüzüme yerleşen şapşal sırıtma ise uzun süre geçmedi. Neden gülümsüyordum bilmiyorum ki… Konuşmuyordum ama devamlı gülümsüyordum. İçim kıpır kıpırdı. Herkes neden gülümsediğimi soruyordu. Avuç içlerim yukarıda kalacak şekilde omuzlarımın yanlarına getiriyordum ellerimi. Bilmiyordum… Aşk mıydı bu? Hayranlık? Mutluluk? Delilik? Neydi bu?

Bir gece yanıma gelip usulca kulağıma fısıldadı. Usulca içine çekti beni, sessiz sakin girdi gönlüme o gece. Yeşil elma gibi kokuyordu teni. Kanatlarını açtı, kocaman beyaz kanatlarını. Uzun ve düz sarı saçları ile beyaz bir zambak gibiydi aynı. Aynı anda hem narin, hem de güçlü görünmeyi nasıl başarıyordu anlamıyordum.

O gece yola çıktık işte. Öyle muazzam bir görüntüsü vardı ki tarif edilmesi imkansızdı. Asla ulaşamayacağımı sandığım mutluluğa uçuyorduk beraber. Konuşmuyordum hala, ama o bir sürü şey anlatıyordu. Susmuyordu hiç. Susmasın istiyordum. O susunca sessizlik gelir, yine eski yalnızlığıma dönerim diye korkuyordum.

Haftalardır tüm hayatını anlatmıştı bana. Asırlar süren yaşamındaki ince çizgileri görebiliyordum. Hani yüzünde minicik bir çizik olur da en uzağındaki insan ilk fark eden olur ya, ne hissedeceğini bilemezsin. En yakının olur o an senin. İşte öyleydi benim için. Kimsenin fark etmediği ruhumdaki çizgileri fark ediyordu. Üstelik ben konuşamıyordum bile.

Bugün sustu işte… Bugün sustu. O susunca yürüdüğümüz yollar sustu, ağaçlar sustu, şelaleler sustu. Hiçbir şey konuşmuyor artık. Ben duymuyorum artık. O günkü o beyaz kanatlarından eser kalmadı. Yıprandı, yoruldu o. Göremedim ben. Şimdi ise dönmek istiyor. Başlangıca uzanmak ve kendini vazgeçirmek istiyor.

Bana umut veriyordu devamlı. Devamlı, konuşabileceğime inanıyordu. Bir gün cebindeki bütün umutları benim için harcadığını fark etti. Yığıldı o anda yere… O gün  fark ettim işte, kanatları gün geçtikçe grileşmeye başlamıştı. Bunu ona nasıl söyleyeceğim ki…

Artık geri gidiyorduk… Arkamızda olan patlamaları bildiğimiz halde deneyecektik şansımızı. Ahh benim beyaz zambağım sana bir kelime söyleyebilmek için nelerimi vermezdim bir bilsen… Uğruna yazdığım yüzlerce sayfayı okuyabilmek, gözlerine bakarak söyleyebilmek için neleri feda etmezdim.

Gün geçtikçe hava daha erken kararmaya başladı önce. Sonra geceleri daha soğuk olmaya başladı. Yeşil yaprakları göremiyordum. Asil sonbahar sarısı bile yoktu etrafta. Zambağım ölüyordu gözümün önünde. Onun mutluluğa, gülümsemeye ihtiyacı vardı. Bense hastalıklıydım. Konuşamıyordum. Artık ona dokunamıyordum da. Dokunduğumda parçalanıp toz olacakmış gibi geliyordu.

Bir keman sesi geliyordu şimdi uzaklardan. Ağlıyordu keman. Öyle hüzünlüydü ki şarkı, zambağımın göz yaşlarını göremedim bile. Önümüzde üstü ince bir tabaka halinde donmuş bir göl vardı. Ortasında sarılı kırmızılı yapraklar dans ediyordu. Gülümsemeliydi şimdi. Müzik vardı. Renkler vardı. Dans vardı. Gülümsedim… Gözlerimi kapattım ve o an dudaklarımdan kelimelerin çıkışı için hazır hissettim kendimi. “Zambak”

Dudaklarımdan çıkan kelimelerin ardından bir çıtırdı duydum. Meleğim buzun üstündeydi. Yapraklara doğru yürüyordu. Gitme diyemedim. Yeniden tutuldu dilim.

***

Çıtırdı büyüdü… Büyüdü… Yapraklarla birlikte suya düşüşümü hissettim. Göl kenarında bekliyordu beni. Dudakları hareket ediyordu, ama sesini duyamıyordum. Keman yerini mutsuz bir piyanoya bırakmıştı şimdi.

0 kişi daha halayda. Oturmaya mı geldik ayol?:

Yorum Gönder

 
Lune Nouvelle. Design by Exotic Mommie. Illustraion By DaPino